“Hayatın mucizevi olduğunu ve sonsuza dek sürmeyeceğini anlamak az sahip olunan bir beceriydi…”
Savaşa, insan ruhunun dayanıklılığına ve bireylerin insanlıklarını ustalıkla yollarla nasıl geri kazandıklarına dair, aklınızdan çıkmayacak, harika bir roman.
Kuşatma altındaki bir kentte hayatı tepetaklak olmuş dört kişi, insan olmanın ne manaya geldiğini hatırlar: Bir müzisyen penceresinden ekmek kuyruğunda bekleyen yirmi iki bireye bakmaktadır, arkadaşları ve komşularıdır bunlar. Derken, göz açıp kapayıncaya kadar geçen müddette, bir havan topu mermisinin atılmasıyla hepsi oracıkta hayatını kaybeder. Bunun üzerine müzisyen, bir meydan okuma hareketi olarak çellosunu alır ve yirmi iki gün boyunca, onların anısını onurlandırmak için patlamanın olduğu yerde müziğini çalmaya karar verir.
Şehrin öbür bir yerinde, genç bir adam ailesine içme suyu almak için konuttan çıkar; tehlikenin göbeğinde, hayatta kalma dileğinin ve cömertliğin bedelini tartması gerekmektedir. Daha yaşlı olan üçüncü bir adam, ekmek bulmak ve zihnini dağıtmak için yola koyulur ama o sırada çok eski bir arkadaşıyla karşılaşır, kaybettiğini sandığı kenti ve bir vakitler olduğu kişiyi hatırlar. Bu iki adam çellonun tesiri altına çekilirken keskin nişancı olan genç bir bayan, çellistin yazgısını ellerinde tutmaktadır. Onu canı kıymetine korurken, kendi ordusu genç bayanın dönüştüğü beşere karşı koymaya hazırlanmaktadır.
Son derece çarpıcı ve etkileyici bir roman olan ve gerçek bir öyküden esinlenen Saraybosna’nın Çellisti, savaşın insanlığın tarifini nasıl değiştirdiğini, müziğin duygusal dayanıklılığımız üzerindeki tesirini ve günlük hayatın alışkanlıklarıyla kurulan bağın şahsen nasıl bir direniş biçimi olabileceğini gözler önüne seriyor.